Hazırlık. İpek Yolu-Kültür Yolu haritası Gökçe Günel’in araştırma ve yayınları temelinde, Osman Eravşar, Kurt Erdmann, Muharrem Özergin, Fügen İlter ve Orhan Cezmi Tuncer’in konuyla ilgili yayınlarından faydalanılarak hazırlanmıştır. Yayımlayan: ÇEKÜL (Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma ve Tanıtma) Vakfı
Yeni İpek Yolu 2010’lu yılların başında gündeme geldi, ancak üzerinde çok fazla durulmadı, tartışılmadı. Çin Devlet Başkanı Xi Jinping 2013 yılında Petersburg’da yapılan G20 toplantısından sonra ziyaret ettiği Kazakistan’da Çin’in İpek Yolu projesini açıkladı. Proje 2 aşamalı.
Göktürkler, İpek yolu güvenliği için kimlere karşı, hangi devletlerle işbirliği yapmıştır? - Mynet Cevaplar Görüşleriniz başkaları için çok değerli
Ayrıcagöçebe bir hayat süren Türklerin ihtiyaçları olan ipek, buğday ve pirinç gibi bazı maddeleri Çin’den temin etmek istemeleri de bu seferlerin nedenleri arasındadır. Çin’de sürüp giden iç savaşlar, Hunların , Çin’e sürekli akın yapmaları için uygun bir ortam hazırlamıştır.
İpek yolu güzergahı; eski adıyla Chang’an şimdiki adıyla Xi’an dan başlıyor ve son durağı Avrupa oluyor. Toplam uzunluğu ise 6000 km civarında. Geçmişte İpek yolu güzergahı bu uzunluğu nedeniyle o kadar da güvenli bir rota değil. Aslında, Çin Seddi‘nin yapılmasının nedenlerinden biri de bu yolun güvenliğini
Tarihi İpek Yolu, eski Çin medeniyetini Batı'ya ulaştıran önemli bir kanal olmanın yanı sıra, Çin ile Batı arasındaki ekonomik ve kültürel temaslarda önemli bir köprü işlevi de gördü. İpek Yolu genel anlamda, Batı Han hanedanı döneminde Zhang Qian tarafından başlatılan, doğuda Chang'an şehrinden, batıda Roma imparatorluğuna kadar uzanan bir kara ulaşım
bstdQGt. Şüphesiz, tarihin en büyük savaşları dışında yine tarihte bir çok savaş oldu. Ama bunların içinde öyle savaşlar vardı ki sonuçları farklı olsaydı şuan çok ama çok farklı bir tarih konuşuyor olacaktır. Tarihin en büyük savaşları dünyanın gidişatını çok büyük ölçüde değiştirmiştir. Birçok savaş var listeye eklenebilir şekilde fakat biz en büyüklerini işleyeceğiz. Tarihin en büyük savaşları dünyanın çeşitli yerlerinde gerçekleşse de, savaşları okuduğunuz zaman bir çoğunun çok bildiğimiz bir coğrafya da yaşandığını göreceksiniz. Tarihin En Büyük Savaşları 1 – Maraton Savaşı Pers – Spartalılar Savaşı MÖ 480 Mö 480’de daha güçlü filoları ve kıtalarıyla Antik Yunana saldırıya geçen Persler karşısında Yunanlıların avantajı engebeli arazi koşulları ve eğitimli ağır piyadelerdir. Nitekim kara savaşında arazi Perslerin süvarilerini hareketsiz kılar. Strateji Yunanlar’ın elinde kalan tek kozdur. Attika’yı Perslere teslim eden Yunanlılar, Termofil Geçidi’nde Kral Leonidas öncülüğündeki elit birliklerle Pers’lere ağır kayıplar verdirirken, Atinalılar filoları Salamis gibi dar bir körfeze çekerek avantajı sağlar. Pers filoları paramparça olarak Hellaspont’a Çanakkale kadar çekilmek durumunda kalır. Mycate zaferi ve kışın bastırması ile Persler geri çekilmek zorunda kalır. 2 – Bedir Savaşı 624 Müslümanlığın yayılmasındaki en büyük etkenlerden biri olan savaştır. O yüzden Bedir savaşının önemi çok yüksektir. Bu savaş sonrası Medinelilerin çoğunun Müslümanlığı kabul etmesi ve İslam savaş hukukunun bu savaş sonrası elde edilen ganimetler ve esirler üzerine yazılması önemli etkilerdir. Ticaret yolları bu savaştan sonra Müslümanların kontrolüne geçmiştir. 3 – An Lushan Ayaklanması 755-769 Evet her ne kadar ayaklanma olarak görülse de tarihte bir çok savaştan kat kat fazla insan ölmüştür. Bu ayaklanma, Çin devletinde yaşanmıştır ve yaklaşık 40 milyon kişi hayatını kaybetmiştir. Bu rakam o zaman ki tahmini dünya nüfusunun 6’da 1’i olarak düşünülmektedir. 4 – Haçlı Seferleri 1096-1270 Farklı dinlerin birbiriyle çatışmasının en büyük etkisi olarak görülen Haçlı Seferleri, Papa II. Urbanus’un 1095 yılında yaptığı bir konuşma sonucu tetiklenmiştir. Amaç kaybedilen toprakların geri alınması ve daha çok toprağa sahip olmaktı. Milyonlarca insan bu asırlarca süren savaşta can vermiş, Devletler el değiştirmiş , yıkılmış ve büyük hasarlar görmüştür. 5 – İstanbul’un Fethi 1453 Çağ kapatıp çağ açmak dediğimiz şey işte tam olarak budur. Bir imparatorluğun sonu olmuş ve imkansız denilen şeyler burada başarılmıştır. Fatih Sultan Mehmet genç yaşında tüm Dünya’ya kendini ve Osmanlı Devleti’ni tanıtmıştır. Avrupa devletlerinin elinden alınan ipek yolları onları yeni arayışlara ve coğrafi keşiflere itmiştir. Savaştan kaçan Bizanslılar İtalya’ya sığınmış ve Rönesans devrinin başlamasında büyük adımlar atmışlardır. 6 – Waterloo Savaşı 18 Haziran 1815 “ Waterloo bir savaş değildir, dünyanın yüzünün değişmesidir” Victor Hugo İngiliz-Prusya ittifakı ve Fransızlar arasındaki 1. Dünya savaşı öncesi en kesin ve büyük savaş olarak tarihe geçmiştir. Yenilgi nedir bilmeyen ve güçlü ordusuyla herkesi deviren bir Napolyon vardı. Korkulu rüya Napolyon’un kaybettiği ve sürgüne gönderildiği savaştır. Yaşamı boyunca bu savaş sonrası sürgünde kalmıştır. Yukarıda Victor Hugo’nun sözünü dikkate alarak, bu savaşı Napolyon kazanmış olsaydı şuan ülke olarak değil belki Dünya olarak çok daha farklı yerlerde olabilirdik. 7 – Amerikan İç Savaşları 1861-1865 Köleliğin kalktığı bir savaş olmuştur. Hatta kısa bir süre sonra köleler oy kullanmaya başlamıştır. Amerika devleti bölünmekten kurtulmuş oldu ve kölelik düzeni üstüne olan sistem ekarte edilmiş oldu. 8- I. Dünya Savaşı 1914-1918 Bu savaşın Dünya’ya etkisini anlatmakla bitiremeyiz ama başlıca şunları sayabiliriz. Amerika Dünya’nın süper gücü haline gelmiştir. Avrupa ağır anlaşmalar sonucu Amerika’ya bütün iplerini kaptırmıştır. Avrupa’da birçok yeni devlet kurulmuştur. Avrupa ve Asya devletleri ağır yaralar almıştır. Başta Osmanlı olmak üzere Rusya ve Avusturya büyük yaralar almıştır. En önemlisi sömürgecilik sisteminin adı ve işleyişi değişmiştir. 9 – II. Dünya Savaşı 1939-1945 Tarihe yön veren en önemli savaşlardan birisi olarak kabul edilir. Haritalar yeniden çizilecektir. Nazi Almanyası olarak kabul edilen Almanya’da Adolf Hitler başa getirilmiş ve ırkçılığın tavan yaptığı, Yahudilerin sorgulanmadan katlediğildiği dönemler başlamıştır. Bu savaş sonunda Rusya, ABD gibi süper güç olmuştur. Dünya 3’e ayrılmıştır. ABD ve tarafları, Rusya ve tarafları ve her iki tarafa katılmayan ülkeler olarak ayrılmıştır. Türkler örnek alındı. Ve Hindistan, Tunus, Pakistan gibi ülkeler bağımsızlıklarını ilan ettiler. 10 – Kurtuluş Savaşı 1919-1922 Bizim için yakın tarihteki en değerli mücadeledir. Nice yiğitler, bu Vatan için canını teslim etmiştir. Bastığın yerleri toprak!’ diyerek geçme, tanı Düşün altında binlerce kefensiz yatanı. Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı. Kurtuluş Savaşı İstiklâl Harbi veya Millî Mücadele, I. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan Osmanlı İmparatorluğu’nun İtilaf Devletleri’nce işgali sonucunda Misak-ı Millî sınırları içinde ülke bütünlüğünü korumak için girişilen çok cepheli siyasi ve askeri mücadele. 1919-1922 yılları arasında gerçekleşmiş ve 11 Ekim 1922’de imzalanan Mudanya Mütarekesi ile fiilen, 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması ile resmen sona ermiştir. Kaynak wikipedia, tarihi olaylar, google, sabah, sözcü, büyük insanlık tarihi,
İpek Yolunun Geçtiği Bölgelere Hâkim Olan Türk Devletleri Hangileridir? İpek yolu yüz yıllardan beri hatta günümüzde dahi önemini korumakta olan, doğu ve batı arasındaki ticaretin yoğun olarak yapılabilmesini sağlayan bir ticaret ve ulaşım güzergâhıdır. Bu yol, Çin’den başlamakta, Anadolu topraklarını da geçtikten sonra Akdeniz’in kullanılmasıyla Avrupa’nın en uzak ülkelerine kadar uzanmaktadır. İpek Yolu’nun Devletler İçin Önemi Nedir? İpek yolu bir ticaret yani çeşitli ürünlerin alım satımı ile para kazanılmasını ve zenginlik elde edilmesini sağlayan bir rota olması nedeniyle bu coğrafyada kurulmuş veya ticaret yapmak isteyen her devlet için önemli olmuştur. Bu coğrafyada kurulmuş olan devletler için bu yolu kontrol altına almak vergi toplamak, kervansaraylar inşa ederek buralardan gelir sağlamak veya büyük pazarlar kurarak buralarda ticareti yaygınlaştırıp zenginleşmek gibi imkânlar sunduğu için mühimdi. Ayrıca bu kadar geniş bir alanda ticareti kontrol eden devlet siyasi ve askeri olarak da gelişebilmekteydi. İpek yolu üzerinde yüzlerce yıl hâkimiyet savaşlarının yaşanmasının sebebi de budur. Bu savaşlar neticesinde pek çok devlet ipek yolunun hâkimiyetini ele geçirmiş olduğu gibi bu devlet arasında Türk devleri de bulunmaktaydı. Ancak tarih boyunca pek çok Türk devleti bu yol üzerinde hâkimiyet kurmuş olsa da tamam anlamıyla Türklerin egemenliğine Osmanlı zamanında geçmiştir. Tarih boyunca ipek yoluna hâkim olmuş Türk devletleri şunlardır; Asya ve Avrupa Hun devletleri, Göktürkler, Karahanlılar, Uygurlar, Büyük Selçuklu , Gazneliler, Osmanlı İmparatorlukları.
Dünya kendi kendini yönetmez. Özel insanlar geleceğe damga vurur. Tarih böyle akar gider zaten... Sorun şu ki yaşarken dünyayı değiştirenleri pek görmeyiz ve bilmeyiz... Böyle özel insanlardan biri de Sir Halford Mackinder'di... Yaklaşık 100 önce aileye yani ROTHCHILDLER'e "Güçlü olmak isteyen, dünyaya hükmetmek isteyen ORTA ASYA'yı kontrol etmelidir. Ve Sovyetler dağıtılmalıdır" öğüdü verdi. Jeopolitik olarak çok üstün özellikleri olan bir isimdi... MERKEZ BÖLGE denilen yer yani DOĞU SİBİRYA'dan VOLGA HAVZASI'na kadar olan bölgeyi elinde tutan aynı zamanda ORTA ASYA ile birlikte Avrupa ve Afrika'yı da kontrol etmiş olur. Bunu yaptığınız zaman da süper güç olarak yolunuza devam edersiniz... Mackinder, ölmeden önce "Türkiye, Sovyetler ve Çin birlikte büyük güç olabilir. Ancak Sovyetler kabuk değiştirip yenilenmeli, Çin ile Türkiye de gözden uzak tutulmamalı" dedi... Günlerdir anlatıyorum. Bu satırları da Washington yolunda havada yazıyorum. Büyük mücadele İPEK YOLU'NDA OLACAK! Başladı, şimdi şiddetlenecek... Hem de çok! COLIN POWELL... DERİN ABD'nin derin ismidir. KÜRESEL SERMAYEYE en büyük operasyon 11 EYLÜL İKİZ KULELER saldırısı ile oldu. Sonra ABD, Irak ile Afganistan'a girdi. Powell, "ABD olarak AFGANİSTAN ve Orta Asya bizim için çok önemli. Terörü temizlemekle birlikte aslında orada ABD'nin geleceğini inşa ediyoruz" dedi. Üzerinde kimse durmadı. Hatırlayan da pek yoktu... 2017 OCAK ayı itibariyle Afganistan'daki ABD askeri sayısı 150 bin... Bunun sadece terörü temizlemek için tutulduğunu sanıyorsanız yanılıyorsunuz... Amaç İPEK YOLU! ABD, yani PENTAGON, her ne pahasına olursa olsun bu güçle yani silahla askerle İPEK YOLU'nu engelleme peşinde. Şu an için başka bir dertleri yok. Bütün motivasyonları bu yönde... Çünkü ABD de Sir Halford Mackinder'in söylediklerinin çıktığını bilir... Pentagon ABD'nin süper güç olarak yoluna devam edebilmesi için ve kendi bekaları için İPEK YOLU'nu bitirmek istiyor. Bu net. Yakında anlayacağız zaten... İlk yapmak istedikleri İPEK YOLU'nun deniz ayağını imha etmek. ÇİN'in DENİZ İPEK YOLU'nda üç önemli limanı var! Shangai, Shanzen ve Hong Kong! Ve bunlardan sonra SİNGAPUR LİMANI ile Malezya'daki PORT KLANG LİMANI çok önem taşır... Pentagon Çin'in büyük yürüyüşünü çökertmek için öncelikle Malakka Boğaz'ını hedef seçti. Yani Çin, Güney Kore ve Japonya için çok önem taşıyan noktayı. ABD savaş gemileri zaten burada aralıksız dolaşmakta ve etrafa rahatsızlık vermekte! Japonya ile Güney Kore'nin ABD ile yakınlığı düşünülürse Çin'in en zorlanacağı yer burası olacaktır... Hint ile Büyük Okyanus'u birbirine bağlayan Hindistan ve Endonezya'yı Çin'e iten bu boğaz satrancın yeni adresi. Ve tansiyonun artacağı ilk yer! Kriz muhtemelen buradan ateş alacak! ABD güç gösterisiyle ya da terörle buradaki bütün ülkeleri kendine bağlamak isteyecek. Hatta ASYA NATO'sunu kurmak derdinde. Önce korkutup vuracak, sonra masaya davet edecek! Başarabilirse tabii... İPEK YOLU'nda kilit ülke olan Türkiye'yi Çin'le bağlayan da Malakka Boğazı'dır! Yunanistan ile Çin'i de... Çin'in can damarlarından biridir burası. Bu nedenle ABD eski askerleri son bir kaç yıldır KORSAN görüntüsü altında 150'den fazla operasyon yaptı. Çin'in petrol ihtiyacının YÜZDE 35'i buradan gelir. KORSANLAR da bunu engellemek için işbaşında yani! Bir de KARA ayağı var... Pentagon İpek Yolu'nun kara ayağı için Belarus, Gürcistan, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Türkmenistan, Özbekistan, Tayland ile 10 Afrika ülkesi, 5 de Güney Amerika ülkesi için ÜSLERİ vasıtasıyla operasyon hazırlığına çoktan başladı... Pentagon silahtan anlar. İpek Yolu'na destek veren 14 Avrupa ülkesi de hedefte! Avrupa Birliği dağılsa da İPEK YOLU her devlete güç katıyor. Pentagon bunu biliyor. Bu nedenle hamle yapmazlarsa işlerinin çok ama çok zor olduğunun farkındalar. Avrupa'da daha önce yaptılar. Yine yapacaklar. Fransa, Belçika, İtalya ve Almanya yaz aylarında etkisi büyük olsun diye sarsılacak. Muhtemelen bir türlü savaşmadıkları DEAŞ'ı kullanarak! Ama başka bir yol da izlenebilir! Bunu da yaptılar çünkü! 2011 yılında aklından zoru olan biri diye tanıtılan CANİ, NORVEÇ'te ortaya çıktı... Hatırlayın, eşine az rastlanır bir şekilde masum insanları peşinden koşarak tek tek katletti... 77 masum insan can verdi... Breivik, medyanın anlattığı gibi aklından zoru olan çıldırmış biri değildi. Bir NATO askeriydi. O günlerde NORVEÇ üs konusunda ABD'ye zorluk çıkarıyordu. Geri adım da atmıyordu. Derken sahneye KATİL BREİVİK çıktı. Norveç bir günde NATO'nun ve ABD'nin sözünden çıkamaz hale geldi, getirildi... Şimdi herkes onun yani KATİL NATO ASKERİNİN cezasını çektiğini sanıyor. Oysa o orada TATİL yapıyor. Bahçeye çıkıyor, misafirlerini kabul ediyor, kahvesini içiyor, çimleri biçiyor, devletten aldığı ödenekle kitap alıp okuyor. Kimsede olmayan rahata sahipti! Neden? Çünkü NATO'nun etkili askerlerinden biriydi... Ve yakında AKIL SAĞLIĞI BOZUK olduğu gerekçesiyle salıverilecekti... Ama bizler arka planı bilmeyecektik... Gazete ve televizyonlar bunları anlatmayacaktı, yazmayacaktı... NATO askerlerinin en gizli toplantılarını NORVEÇ'te yaptığı da yazılmayacaktı... 15 Temmuz'dan sonra gariptir NORVEÇ darbeye karışan TÜRK ASKERLERİNİN iltica talebini düşünmeden kabul eden ülkelerin başındaydı... İPEK YOLU İÇİN Pentagon binlerce kişinin ölebileceği planları hazırladı. Ben değil yabancılar söylüyor bunları... Soru şu! Bunlara rağmen İPEK YOLU'nu durdurabilir mi? Yani bu savaşı kazanabilir mi? Bence ZOR! Çok zor! Çünkü askeri bir modelden öteye geçmedikleri için ülkeler onlardan kopuyor, başka eksen arıyor... ÇİN böyle bir seçenek. Aslında ABD'nin silaha olan bağlılığından doğan bir yol... Dostlarına arkadan saldırmasının bir sonucu! Bu yol duracak gibi değil... Bakıp izliyoruz... Büyük mücadele sürüyor! Sürecek de... NOT Acaba Reina saldırganı cani kim? Düşünün bakalım... Yasal Uyarı Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
Ünlü yazar Stefan Zweig, Macellan’ın yaşam öyküsüne “Başlangıçta baharat vardı.” cümlesiyle başlar. Dünyanın kaderini değiştiren kâşiflerin en önemlilerinden biri olur Macellan. Keşiflerin amacı, Doğu’ya, Hindistan’a giden bir yol bulmaktı. Zira Avrupa’nın yaşamsal derecede önem verdiği malların, baharatların, ipeğin ve daha pek çok ticari ürünün kaynağıydı Doğu. Bu yollardan en önemlisi İpek Yolu’ydu. İpek Yolu İki büyük uygarlık olan Çin ve Roma İmparatorluğunu birbirine bağlayan bir yol olarak ortaya çıkmıştı İpek Yolu. Bu bağ yoluyla iki devlet arasında hem mal, hem de fikir alış verişi yapılabiliyordu. Bu alış veriş sırasında Doğu’ya yün, altın ve gümüş, Batı’ya da ipek gönderiliyordu. Bu yolun tek özelliği yalnızca mal alış-verişinin yapılması değildi. Bu yolla Nasturilik ve Budizm’de, Çin’e taşınıyordu. Harita üzerinde doğu-batı arasında adeta bir kuşak gibi görünen bu yol, tarihte büyük savaş ve rekabetlerin yaşandığı bir coğrafyayı kapsar. Bu nedenle, İpek Yolu üzerinde birçok askeri ve siyasi olaylar olmuş, bu durum da ticaret ve ekonomiyi doğrudan etkilemiştir. Zheng Baizhong, A New Chapter of the Maritime Silk Road, 2017 İlk görkemli çağını, Çin’de MÖ 206-MS 220 yılları arasında hüküm süren Han Hanedanı zamanında yaşar İpek Yolu. Han Hanedanı’nın önce Fergana kentini ele geçirmesi, küçük prenslikleri birleştirerek imparatorluğa katması bu bölgede istikrarın hakim olmasını sağlar. Böylece Çinli tüccarlar ipeklerini kervanlarla korkusuzca Pamir Dağlarının eteğindeki Taş Kule’ye getirirler. Romalı tüccarlar onları burada beklemektedir. Değerli ipek, Antiochia’ya Antakya doğru çıkacağı yola burada başlar. Sian kentinden başlayan yol, 6400 km uzunluğundadır. Çin Seddi’ni kuzeybatı yönünde izledikten sonra Taklamakan Çölü’nün yanından ilerleyip Pamir dağlarını geçer. Kervanlar bu yolu aştıktan sonra Afganistan’ı da geçer ve Doğu Akdeniz kıyılarına ulaşırlardı. Mallar burada gemilere yüklenirler ve deniz yoluyla Batı kentlerine ulaşırdı. İpek Yolu’nun tümünü geçen yolcular çok az sayıdaydı. Mallar genellikle aracılar arasında aktarılarak taşınırdı. Günümüzde de İpek Yolu’nun geçtiği yerlerde seyahat edildiğinde, o dönem insanlarının seyahatleri, taşıdıkları mallar ve emtia hakkında izler bulunabilmektedir. Çin’i, Orta Asya’dan batıya bağlayan tarihi kervan yoluna İpek Yolu ismini ilk veren Alman Coğrafyacı, Wolfram Karl Ludwig Moritz Hermann Freiherr von Richthofen’dir. Çin kaynaklarına nispetle, oldukça geç döneme ait kaynaklar olmalarına rağmen İpek Yolu tabirinin yalnız Avrupalı kaynaklar tarafından kullanılmış olması, Haçlılar ve İpek Yolu kavramlarının arasındaki ilişkiye dikkatleri çeker. Çinliler bu yolu hiçbir zaman bu adla anmamıştır. Richthofen’in öğrencisi Sven Hedin, Çin hakkında kaleme aldığı bir yazısında İpek Yolu’ndan ve Makedonyalı ipek taciri Marinus’un İpek Yolu haritasından söz etmektedir. İpek Yolu’nu ilk geçen kişi, bilindiği kadarıyla Makedonyalı tacir Maies Titianus olup, Yunan coğrafyacılarından Tyrus Marinus 70-100 ve sonra Ptolemaeus 100-170 İpek Yolu’nu, Titianus’un tariflerine göre tanıtmışlardır. Kısacası, bu yol boyunca en çok taşınan ticaret malı Çin’den getirilen ipek olduğu için yola bu ad verilmiştir. Baharat Yolu Baharat günümüzden binlerce yıl önce Doğu ülkelerinde kullanılıyordu. Orta Çağ Avrupası’nda, soyluların sofralarına da girince çok önemli bir ticaret ürünü haline geldi, ama pahalı olması nedeniyle ancak varlıklı kimseler satın alabiliyordu. Baharatlar Avrupa’da yetişmediğinden ticaret yolları aracılığıyla Avrupa’ya getirilirdi. Oldukça pahalı olduğundan genellikle zenginler, soylular tarafından tüketilirdi. Etin bozulmasını önlemek , yemeklere tat katmak için kullanılmasının yanı sıra eczacılık, parfüm yapımında da kullanılmaktaydı. Aslında tarçın, kakule, zencefil ve zerdeçal satışına dayanan baharat ticaretine Çinliler; milattan önce başlamıştı. Baharat, Doğu’dan Avrupa’ya iki ayrı yoldan gelirdi. Bunlardan biri Orta Asya üzerinden geçen İpek Yolu’ydu; ancak İpek Yolu asıl olarak ipeğin taşındığı yoldu. Diğer yol ise, Hindistan ve Seylan’dan Sri Lanka Kızıldeniz’deki Akabe Körfezi’ne, Yemen kıyılarına ya da Basra Körfezi’ne gelen Baharat Yolu’ydu. Hindistan’dan başlayan Baharat Yolu’nun, bir kolu Basra Körfezi üzerinden Akdeniz’e, diğer kolu ise Kızıldeniz-Mısır üzerinden Akdeniz’e uzanır. Akdeniz’e gelen ürünler, limanlarda gemilere yüklenerek Avrupa’ya taşınırdı. Bu kıyılardaki limanlarda gemilerden boşaltılan baharat, kara yoluyla Fenike ve Filistin kıyılarına, Mısır’da İskenderiye’ye ve Karadeniz’e ulaştırılırdı. Sonra yine deniz yoluyla Avrupa’ya taşınırdı. Yavuz Sultan Selim döneminde 1517’de Mısır fethedilerek, Baharat Yolu’nun kontrolü Osmanlı Devleti’ne geçer. İpek ve Baharat yollarının Osmanlı kontrolünde olması nedeniyle Avrupalı devletler doğuya uzanan kendi kontrollerinde ticaret yolları bulmak için 15. ve 16. yüzyıllarda Coğrafi Keşifleri başlatırlar. Keşifler sonucu Avrupalıların yeni ticaret yolu bulmasıyla, İpek ve Baharat yolları ve Akdeniz limanları önemini kaybeder. 1869 tarihinde Süveyş Kanalı’nın açılması sonucu, Akdeniz ve Kızıldeniz arasında deniz yolu bağlantısı sağlanmasıyla Hindistan’a ulaşım zaman ve mesafe kısalır. Avrupalı devletlerin bu yolu kullanmasıyla Akdeniz tekrar önem kazanır. Ribat-ı Şerif Kervansarayı 1114/1115 tarihli kervansaray, Selçukluların Merv valisi Abu Tahir bin Sadeddin bin Ali el-Kumi tarafından İran Nişabur-Serahs yolu üzerinde yaptırılır. Bu yollarda seyahat her zaman zor olmuştur. Özellikle İpek Yolu’nun geçtiği bölgedeki çöller, kervanların yolculuklarını daha da güçleştiriyordu. Kervanlar yolculuk sırasında yazın sıcaktan kaçınmak, diğer mevsimlerde ise konaklanması gereken yere gündüz varmak için, gündüzden çok gece yol alırlardı. Geceleyin ortaya çıkan korkunç çöl cinleri söylentisi her zaman kervanlarda kulaklara fısıldanırdı. Ne var ki, Asya çöllerinin korkunç sıcağı, cinlerden daha ölümcüldü. Bu yüzden tüccarlar korkularını unutur, geceleri yol alırlardı. Bunun yanında, çölde çıkan kum fırtınaları kervanların durmasına neden olurdu. Tüccarların geçtiği yolda yaşanan tehlikeler yalnızca doğal tehlikeler değildi. Yol üzerinde pusuya yatmış hırsızlar, yağmacılar, çeteler her zaman bulunurdu. Taşıdıkları ipek, değerli taşlar, baharat, tütsüler, porselen gibi değerli mallarını bu tehlikeden korumak için tüccarlar kalabalık olarak yolculuk ederlerdi. Kervanlarda insanları ve yüklerini at, deve ve katırlar taşırdı. Ancak genellikle, zor koşullarda yük taşıyabilen çölleri geçerken dayanıklı yapısıyla tüccarlara güven veren develer tercih edilirdi. Kervanlar genellikle kervansaraylarda konaklamayı tercih ediyorlardı. Kervansaraylar, eşkıyalara karşı sağlam, kale gibi binalardı. Ancak her yerde kervansaray yoktu. Dışarıda konaklamak gerektiğinde, su kenarları tercih edilir ve yolcular çadırlarda veya ağaç altlarında açıkta konaklardı. Eflak-Boğdan Eflak günümüzde Romanya sınırlarında, Boğdan ise bugünkü Moldova sınırları içerisinde yer alır. Balkanlar ve Doğu Avrupa bölgesinde yer alan Eflak-Boğdan, gerek siyasi ve stratejik gerekse ekonomik, iaşe ve lojistik açından Osmanlı Devleti için önem taşıyan bir bölgeydi. Tahıl, et, yağ, daha sonra da zeytinyağı, sabun, pirinç Eflak-Boğdan eyaletleri, Tuna iskeleleri, Karadeniz’in Rumeli yakası, Trakya, Anadolu’nun Kocaeli ve Karesi vilayetlerinden gelirdi. Buralarda bir aksaklık olursa Kırım, hatta Mısır’dan sağlandığı bilinir. Eflak; Tuna ile Karpatlar arasında, Boğdan ise; Tuna ile Karadeniz arasında kalan ovalık bölgeler için Osmanlı döneminde kullanılan yer isimleridir. Devlete ait kayıtlarda bu iki yer için “Memleketeyn” iki devlet, iki ülke ifadesi de kullanılmıştır. Eflak’ın Osmanlılarla ilk teması 1368 yılında Vidin meselesi sırasında olmuştur. Bu dönemde Tırnovo Bulgar Çarı ve Osmanlı’nın müttefiki olan Ivan Aleksandır, Türk kuvvetleriyle beraber Vidin’e saldırsa da alamaz. 1386 yılında, Eflak voyvodası olan Ulu Mircea olarak bilinen Mircea Cel Mare, Osmanlılarla uzun bir mücadeleye girişir. 1389 yılında Kosova Savaşı’nda, Sırplara yardımda bulunan Mircea’yı cezalandırmak için Yıldırım Bayezid 1394 yılında yaptığı seferde Mircea’ı yenerek onu tahtını terk etmek zorunda bırakır. Daha sonra Macarların yardımıyla tahtını geri alsa da, 1396 Niğbolu Savaşı’ndan sonra tekrar Osmanlı hakimiyetini kabul eder. Ancak Mircea, Osmanlı’nın tüm düşmanlarına destek olur. Timur’a karşı yapılan Ankara Savaşı’na katılır; Fetret Dönemi’nde kendisine damat olan Musa Çelebi’ye büyük destekler verir daha sonra Düzmece Mustafa isyanına yardımda bulunur. Nihayet 1417 yılında, Çelebi Mehmed’in Eflak üzerine yaptığı seferden sonra, yeniden Osmanlı hakimiyetini kabul eder. Boğdan bölgesiyle Osmanlıların ilk teması ise yine Çelebi Mehmed zamanında olur. Eflak vergiye bağlandıktan sonra Boğdan topraklarına girilir, Akkirman kuşatılır fakat alınamaz. Bu bölgede ilk müstakil devleti kuran voyvodanın isminden dolayı Osmanlılar bu bölgeye Boğdan demişlerdir. Voyvoda; Eflak, Boğdan ve Erdel beyleri için kullanılan unvan olup, Slavca “asker” anlamındaki “voy” ile voyska “sürmek” anlamındaki “voda’dan vodity sözcüklerinden meydana gelir; asker sürücü anlamındadır. Çelebi Mehmed 16. yüzyıldan kalma bir el yazmasından minyatür Bu tarihlere kadar bölgede hüküm süren bağımsız Eflak ve Boğdan, bu süreçten sonra Osmanlı Devleti’ne bağlı haraç ödemek suretiyle itaatlerini bildiren imtiyazlı birer beylik olurlar. Çoğu zaman Avusturya başta olmak üzere Avrupalı devletlerle ittifaklar yapan bu beyliklerin, Osmanlı Devleti’nden defalarca ayrılma girişimleri söz konusudur. Osmanlı Devleti, siyasi, toplumsal ve dini yapılarını muhafaza etmelerine izin verdikleri bu beyliklerin başındaki voyvoda unvanlı yöneticileri, yerli aristokrat aileler arasından seçerek göreve getirmiştir. Ancak 18. yüzyılın başlarında yaşanan siyasi gelişmelere paralel olarak, Eflak ve Boğdan voyvodalarının Avrupalı devletlerle gizli işbirliği kurmaları sebebiyle, bu usul uzun bir dönem kesintiye uğramıştır. Osmanlı Devleti yöneticileri bölgedeki gelişmelerin, hakimiyeti sağlama konusunda bir tehdit oluşturabileceği kaygısıyla, Eflak ve Boğdan’ın yönetimi için yerli voyvodalar yerine, İstanbul’un Fener semtinde oturan itibarlı ailelerden seçtikleri kişileri bu göreve getirmeye başlar. Kırım Savaşı sırasında önce Rusya 1853-54, ardından da Avusturya 1854-56 birliklerince işgal edilen prensliklerin güvenliği, 1856 yılında Paris Antlaşması ile Avrupalı büyük devletlerin garantisi altına alınır. Osmanlı Devleti’nin egemenliği resmi olarak devam ediyor olsa da, ordusu her türlü müdahale hakkını yitirmişti. 24 Ocak 1859’da Eflak ve Boğdan birleşerek tek bir ülke haline gelirler. Daha sonra bu birlik 1866’da Romanya adını alır. Romanya, 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’na 93 Harbi Rusya’nın yanında katılmasının bir ödülü olarak, 1878 Berlin Antlaşması ile Osmanlı Devleti’nden resmen ayrılarak bağımsız bir ülke olur. Podolya Kamançe Günümüzde Ukrayna’nın güneybatı ve orta batısını kapsayan tarihi bir bölgedir. Leh dilinde Kamieniec Podolski, Ukraynaca Kamjanec’ Podil’s’kyj, Rusça’da Kamenets-Podolski adlarıyla anılır. Dinyester nehrinin sol taraftan aldığı kollarından biri olan Smotriç suyunun kıyısında kurulmuştur. Tarihi XI. yüzyıla kadar gider; XIV. yüzyılda Litvanyalılar tarafından alınan Kamaniçe 1430 yılında Polonya Krallığı’na dahil edilir. 1669’da Ukraynalı Petro Doršenko’yu, himaye altına aldıktan sonra IV. Mehmed’in Avcı Mehmed başında bulunduğu Osmanlı ordusu Lehistan seferine çıkar. 27 Ağustos 1672’de Podolya’nın merkezi olan Kamaniçe dokuz gün süren kuşatmadan sonra zapt edilir; böylelikle Osmanlı Devleti egemenliğinde Podolya Eyaleti kurulur. Bu fetih, Osmanlılar’a Boğdan ve Kırım Hanlığı üzerindeki kontrollerini güçlendirme imkanı verir. Böylece Kazaklar’ın, Karadeniz’e saldırılarının da önüne geçilmiş olur. 18 Ekim 1672’deki Bucaş ve 17 Ekim 1676 tarihli İzvança Antlaşması, Osmanlı’nın Podolya üzerindeki hakimiyetini tesis eder. Ancak 1699 tarihli Karlofça Antlaşması ile Podolya Osmanlılar tarafından Lehistan’a bırakılır. Besarabya Prut ve Dinyester nehirleri arasında yer alan bölge, bugünkü adıyla Moldovya. Besarabya terimi bölgeyi yöneten Eflaklı Basarab ailesinden gelir. Bu terimi ilk kullananlar 15. yüzyılda bölgeyi ele geçiren Osmanlılardı. Besarabya, Osmanlılar zamanında Boğdan Prensliği’nin bir parçasıydı. 1812 yılında Rusya, bu bölgeyi egemenliğinin altına alınca Besarabya adını kullanmaya başlar. Besarabya, 1918 yılında Rusya’dan ayrılarak Romanya’ya katılır. Ancak 1945 yılında SSCB, Besarabya’yı tekrar ele geçirir ve Moldova Cumhuriyeti haline getirir. 1991 yılında ise Moldova Cumhuriyeti, SSCB’den bağımsızlığını kazanır. Erdel Transilvanya Ağzı kuzey-batıya doğru açık bir V şeklindeki Karpat dağları, Romanya’yı böler. Bu silsilenin batı tarafındaki topraklar Transilvanya’dır. Bugün Romanya’nın kuzeybatısında Transilvanya denilen bölgenin Osmanlılar dönemindeki adı Erdel’dir. Türk kaynaklarında Erdil veya Erdelistan şeklinde de geçer. Gerek bu adlandırma gerekse Romence’ye geçen Ardeal veya Ardealul kelimesi Macarca asıllı olup “orman ötesi” anlamına gelen erdely kelimesine dayanır. Bugün Romanya’nın kuzeybatısında yer alan bir eyalet durumunda bulunan bölge uzun yıllar Macaristan’ın idaresinde kalır ve 1920 yılında Romanya’ya katıldıktan sonra Latince “ormanlar ötesi ili” demek olan Transilvanya adını alır. Transilvanya Romenler bakımından, daha çok Avusturya-Macaristan çekişmeleri ile anılan bir bölge olmaktadır. Aynı şekilde bölge Osmanlı-Macaristan ilişkileri bakımından da mutlaka göz önünde bulundurulması gereken bir yerdir. Erdel’in Osmanlı akınlarına hedef olması, Osmanlı-Macar ilişkilerinin ilk devresine rastlar. I. Murad dönemindeki ilk mücadeleler I. Bayezid ve I. Mehmed zamanında Erdel’e kadar uzanır. Bundan sonra Erdel’in Macar yöneticilerinin, Eflak beyleriyle ittifak kurmaları, Osmanlı padişahlarının da Erdel ve Eflak beylerini birbirine karşı kullanmaları gibi birtakım siyasi manevralar söz konusudur. Erdel, 1526 yılında Kanuni Sultan Süleyman’ın Mohaç Muharebesi ile Osmanlı’ya bağımlı hale gelir ve 1683 yılına kadar Erdel Prensliği adıyla iç işlerinde serbest, dış işlerinde Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı özerk bir devlet olarak yaşar. 1683 yılında Osmanlı’nın II. Viyana Kuşatması’nda yenilmesinin ardından 1691 yılında Macaristan ile birlikte Avusturya Arşüdüklüğü’nün eline geçer. Filliyatta olan bu durumun resmileşmesi ise 1699 yılında yapılan Karlofça antlaşması ile gerçekleşir. Muhtariyeti kaldırılarak, Avusturya’nın bir parçası haline getirilir. Habsburg ailesinin prensliği şeklinde, bir vali tarafından idare edilen bir eyalet olur. Bu durum, on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısına kadar devam eder. 1848 ihtilalleri sebebiyle Erdel meclisi, Erdel’in Macaristan’a ilhakına karar verir. 1867 yılında Avusturya-Macaristan Devleti kurulunca; Erdel’de bu devletin bir parçası olur. 1918’da ise Erdel’in Rumen halkı, Romanya ile birleşmeye karar verir ve bu durum 1920 yılında yapılan Trianon Antlaşması ile kesinlik kazanır. Lehistan Osmanlıların, günümüzdeki Polonya’ya verdiği isimdir. Zaten Polonyalılar da bazen kendileri için Lechia adını kullanırlar. Baltık’dan Karadeniz’e uzanan sahada, XIV. yüzyıldan itibaren kuvvetle varlığını hissettiren, Lehistan, Altınordu’nun batı kanadının mirasçısı olarak Doğu Avrupa tarihinde büyük bir rol oynamıştır. Lehistan ile Osmanlılar arasında özellikle Ukrayna ve Eflak – Boğdan sınırlarında hâkimiyet kurma amaçlarında ciddi bir rekabet yaşanmıştır. İki taraf birbirleriyle genellikle doğrudan savaşı değil, dolaylı araçları kullanmışlardır. Bu bakımdan, Lehistan’ın Osmanlı politikasında Kazaklar, Osmanlı’nın Lehistan politikasında ise Kırım Hanlığı temel unsurlar olarak yer aldılar. Osmanlılar ile Lehistan arasında bu siyasi rekabetin yanı sıra, her türden ticaret ve teknik işbirliği de gerçekleşmiştir. Bu işbirliği, iki ülkenin jeopolitiğinin ortaya çıkardığı zorunluluk idi. Osmanlı’ya tabi Eflak – Boğdan prenslikleri ile bunlara sınır konumundaki sancaklar ve Lehistan Osmanlı ile ticaretinde büyük bir yer tutmuşlardır. Türkler büyük tarihin yükünü omuzladıkları dönemlerde Lehistan ile siyasi, askeri, iktisadi ilişkilere girmişlerdir. Lehistan’ın Özü Dinyeper ve Turla Dinyester hattı boyunca Karadeniz’e kadar uzanan alanda hakim olduğu süreçte bu ilişkiler en dinamik boyuta tırmanacaktır. Lehistan ilk dönemlerden beri bu bölgelerden her türlü emtiayı ithal ediyor ve karşılığında kendi kıymetli taşlarını ihraç ediyordu. Sedef bunlar arasında idi. Lehistan ile Osmanlı arasındaki ticaret, antlaşmalarla kurallara bağlanmıştı. Bu kurallar günümüzde arşiv kayıtlarından ayrıntılarıyla takip edilebilmektedir. Türk–Leh ilişkilerinin iktisadi ve ticari boyutu, yapılan yetersiz araştırmalara rağmen, siyasi ilişkilerin de önüne geçmektedir. Bahis konusu jeopolitik sistem, Küçük Asya’yı Kuzey alemi ile tarihin her döneminde aktif ticari ilişkilere maruz bırakmıştır. Eski Doğu Roma zamanında kurulmuş bulunan bu iktisadi–ticari bağ, Osmanlılar zamanında da güçlü bir şekilde sürdürülmüştür. Türkiye ile Lehistan arasındaki ticaret, dolaylı, dolaysız; karadan, yani Balkanlar yolu üzerinden ve XVIII. yüzyılın ikinci yarısında da, Karadeniz limanlarının ticarete açılmasıyla denizden ve karadan yapılır. Ticareti yapılan mallar Kumaşlar, şallar, arap atları, meyva, tatlı, şekerleme, kokular, merhemler, oymalı ve kakmalı eşyalardı. Büyük bir hayranlık uyandıran bu mallar çok beğenilir. Doğu’dan gelme bu eşyalar, Avrupa’da yeni moda olan koleksiyon merakını Lehistan’da başlatır. O zamana kadar silah ve koşum takımları toplamakla yetinen kültürlü asilzadeler, Türkiye’den ithal edilen porselen ve lake eşya, arkeolojik değeri olan başka eşyalar, örneğin Türk mezar taşları, Türk paraları, Türk minyatürleri, muskaları ve özellikle el yazmaları kitapları bu koleksiyonlarda yer almaya başlar. Buradaki ticareti, bu bölgenin asli ülkeleri olan Eflak, Boğdan ve onlara yakın olan güney ve kuzey şehirlerinin ürünleri oluşturuyordu. Bu ürünler, buğday, balık, havyar, sığır, deri ve balmumundan oluşuyordu. İkinci kategoriyi, Bursa, Ege Denizi ve diğer Türk hâkimiyet alanlarına ait ürünler oluşturuyordu. Bunlar Bursa’nın ipekli kumaşları, pamuk, halı ürünlerinden oluşuyordu. Üçüncü kategoriyi Flanders, İngiltere, Floransa, Silezya, Polonya gibi batı ülkelerine ait pamuklu kumaşlar, merkezi Avrupa ve Güney Almanya’ya ait metal işlemeli ürünler oluşturuyordu. Prusya Prusya bugünkü Almanya’nın kökeni olan bir devlettir. Günümüzde Kuzey Almanya toprakları çevresinde kurulmuş olan Branderburg Dükalık’ı, Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu’nun bir parçasıydı. Başkenti bugün Polonya ile Litvanya arasında yer alan Kaliningrad’dı. 1701-1713 yılları arasındaki İspanya Veraset Savaşı sırasında; İngiltere, Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu, Hollanda, Portekiz, ve Savoya Dükalık’ı ile birlikte savaşa katılır. Bu ittifak, Fransa karşısında zaferi kazanan taraf olur. Ardından imzalanan Utrecht Barışı ile Brandenburg Dükalık’ı krallık statüsü kazanır. Bu tarihten itibaren hem ismi, hem de başkenti değişir. Başkenti Berlin olurken, ülkenin ismi de Prusya Krallığı olarak anılmaya başlar. Prusya Devleti bu dönemde, Osmanlı Devleti’nin beylikler üzerinde hâkimiyet kurup güçlenmesine benzer şekilde, Avusturya’nın, Alman Devletçikleri üzerindeki üstünlüğünün zayıfladığı yıllarda, Fransızlarla savaşarak Alman topraklarında düzeni sağlayarak Alman Konfedarasyonu’nu kurar. Alman Konfederasyonu 1866 yılına kadar devam eder. Yerine Prusya’nın aynı tarihte savaşa giriştiği Avusturya’yı yenmesiyle, Kuzey Alman Konfederasyonu Norddeutscher Bund kurulur. 1870/71’de Fransa’ya karşı yapılan savaştan zaferle çıkılmasının ardından, 18 Ocak 1871’de Prusya Kralı I. Wilhelm’in Alman Kayser’i ilan edilmesiyle ulusal birlik nihai aşamada tamamlanır. Aynı yıl yürürlüğe giren anayasada, 25 devlet tek tek sıralanarak devletin federal niteliği kayıt altına alınır. Birinci Dünya Savaşı’nın neden olduğu iç huzursuzluklar, 9 Kasım 1918 tarihine gelindiğinde II. Wilhelm’in başında bulunduğu Hohenzollern Hanedanı’nın yönetimden uzaklaştırılmasına ve Alman tarihinde ilk defa cumhuriyet rejiminin kurulmasına yol açar. Yeni devlet, 19 Ocak 1919’da yapılan seçimlerin ardından Ulusal Meclis’in ilk oturumunu, Berlin’deki Reichstag yerine Türingiya eyaletinin Weimar şehrinde gerçekleştirmesinden dolayı sembolik olarak Weimar Cumhuriyeti resmi olarak Alman İmparatorluğu adını kullanır. Standportrait der Kaiser Wilhelm I., 1880 İkinci Dünya Savaşı sadece Hitler iktidarına son vermekle kalmayıp aynı zamanda Almanya’nın yazgısını yeniden şekillendirmiştir. İlk etapta ülke, merkezi Londra’da bulunan Avrupa Danışma Komisyonu’nun 12 Eylül 1944’de imzaladığı bir protokolle üçe bölünür; Yalta Konferansı’nda 4-11 Şubat 1945 Fransa’nın da işgal güçlerine dahil edilmesi ve bu bağlamda 26 Temmuz 1945’de çıkartılan bir ek protokolle bu sayı dörde çıkar. Alman Ordusu’nun 8 Mayıs 1945’te kayıtsız şartsız teslim olmasının ardından da 5 Haziran’da imzalanan Berlin Deklarasyonu ile ülkenin yönetimi resmen müttefiklerin eline geçer. Hem Federal Almanya Cumhuriyeti hem de Demokratik Alman Cumhuriyeti’nin temelleri 1945- 1949 yılları arasını kapsayan bu işgal döneminde yatar. Osmanlı Devleti’nin gücünü giderek yitirmeye başladığı 18. yüzyılda, Avrupa’da güçlenmeye çalışan Prusya Krallığı münasebette olduğu Batılı devletlerden biri olur. Osmanlılar önceleri Avusturya, Fransa ve Rusya’nın tepkisini üzerine çekmemek için, Prusya ile bir ittifak yapmaktan kaçınmakla beraber, 27 Temmuz 1761 tarihinde imzalanan dostluk ve denklik anlaşması ile yüzyıllardır pek çok devlete tanıdığı imtiyazları Prusya Devletine de tanır ve bu tarihten itibaren iki devlet arasında ekonomik, siyasi ve kültürel etkileşim geniş kapsamlı olarak başlar. 1774’te Kırım’ın kaybedilmesinden sonra ise, Osmanlılar, daha yakın temasta kalabilmek için Prusya’dan askeri yardım sağlama yoluna giderler. Osmanlı-Prusya ilişkilerini sıralarsak; 1761 yılında, Prusya Elçisi Kont Carl E. Rexin ile Osmanlı Sadrazamı Koca Ragıp Paşa arasında İstanbul’da ilk Dostluk ve Ticaret Antlaşması imzalanır. Bu antlaşma uzun bir süre sonra, Sultan Abdülmecid döneminde 22 Ekim 1840 tarihinde güncellenir. 20 Mart 1862 ve 27 Eylül 1862 tarihli antlaşmalar ile de Osmanlı-Prusya ticari münasebetleri gelişerek devam eder. Tüm bu antlaşmalardan daha kapsamlı olarak parafe edilen 27 Eylül 1890 Ticaret Antlaşması, Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman ticari etkinliğini mutlak hale getirir ve Almanya’yı diğer devletlerden bir adım öne taşır. Kaynak Haçlılar ve İpek Yolu , Baharat Yolu, İpek Yolu, Kral Yolu, Doğudan Batıya Ticaret Yolu, İpek Yolu, 15 ve 16. Yüzyıllarında İran İpek Yolu’nda Kervanlar, Bâb-ı Âlî’nin Avrupa’ya Çevrilmiş İki Gözü Eflak ve Boğdan’da Fenerli Voyvodalar, Türkiye İle Romanya Arasında Siyasi İlişkilerin Kurulması, Sultan IV. Murad’ın Erdel Prensi I. George Rakoçi’ye Yazdığı Berat, Osmanlı-Lehistan İlişkilerinde Savaş, Diplomasi Ve Ticaret, XVIII Yüzyılda Lehistan Uygarlığında GFörülen Türk Etkileri, Alman Federalizminin Tarihsel Süreçte Gelişimi, Osmanlı-Prusya Münasebetleri 1808-1871
Olay aslında tam olarak Habil ile Kabil’le başladı, öldürmek. Bilindik bir hikaye olan Habil ile Kabil hikayesinde Kabil kıskançlığının esiri olup kardeşi Habil’i öldürüyor. Peki bir insan neden bir cana kıymak ister? Bunun aslında bir çok nedeni vardır. Bir insanın başka bir insanı öldürebilmesi için karşısında ki kişiyi insan gibi görmemesi, kendilerinde kabul edemedikleri tüm olumsuzlukları karşı tarafa yüklemesi ve en önemlisi kıskançlık. Tıpkı Habil ile Kabil’de olduğu gibi. Peki bir insanın katil olma potansiyelini nasıl anlarız? Başka insanların haklarını umursamama, sık sık yalan söyleme, başkalarını dolandırma, sinirli bir yapı, yaptıkları yanlışlara kendince bir kılıf uydurma gibi bir çok neden sıralayabiliriz. İnsan psikolojisi sonuçta, haberlerde gördüğümüz herhangi bir ölüm haberini genelleme yaparsak eğer yapılan en büyük savunma Ani bir cinnet anı’dır. Aslında katil kişisinin ruhsal ve psikolojik durumu daha önceden fark edebilinse katil kişisi aslında hiç katil olmayabilir. Ama maalesef ki her katil kişisi o kadar şanslı olmayabilir, ya da öldürülen şahıs. Neyse, amacım bir katilin psiko-analizini yapmak değil kesinlikle, sadece Habil ile Kabilden beri gelen bu birilerini öldürme isteğinin ne zaman son bulacağını düşünüyorum ve aslında olayı savaşlara getirmeye çalışıyorum. Birini öldürmenin bin bir tane nedenini bulabiliriz belki ama Birilerini’ öldürmenin akla mantığa yatan bir tarafını nedense bir türlü bulamıyorum. Savaşlar, eskiden ırklar ve dinler için yapılırdı, şimdi ise para için yapılıyor. Bunlarda akla mantığa uyan nedenler değil tabii ki. İnsanları öldürmenin bir nedeni olmamalı. Hele bu neden Para’ hiç olmamalı. Para için insanlar ölüyor, insanlar öldürülüyor. Kundakta ki çocuklar annelerinin kan kokan kucaklarında can veriyor, ekmek almak için babasıyla dışları çıkan çocuklar bombalanıyor. Neden diye sorguluyor insan. Herkese yetecek kadar toprak, ekmek varken bu kavga niye? Bu savaş, bu kan niye? Bir avuç toprak parçası için insanların yaptığı bu zulme anlam veremiyorum, savaşmak için kendilerince koydukları bu kılıfın bir işe yaramadığını onlarında göreceği bir gün diliyorum. Belki de o savaştıkları bir avuç toprağın içine gireceklerinin bilincine varacakları bir gün mutlaka gelecektir. Bilmem… Belki de gelmeyecektir… Seni sevmek neden bu kadar zor... Niye imkansızsın bana bu kadar?Niye ellerini tutmak bu kadar zor?... Devamını Gör Irkçı değilim ama... Son zamanlarda lanetler yağdırdığımız öyle çok şey geldi ki hangisinden başlasam bilmiyorum. En büyük sorunumuz Mülteciler...Ben kendimi ırkçı olarak görmem pek ama ülke ne idüğü belli olmayan mültecilerden geçilmezken istemsizce ırkçılık yapmadan bu pek ırkçılık olayına giriyor mu emin değilim, bu daha çok iyi insan-kötü insan kavramlarıyla alakalı bir durum.... Devamını Gör Türkler-Irkçılık Her milletin kendi milletini kötü temsil ettiği bir kesim vardır. Irkçılık her insanın geninde olan ve buna engel olamadan yaptığı bir olgudur, önemli olan bu olguyu eskilerdeki gibi şiddete dönüştürmemek ve bastırmaktır. Türklerde ise ırkçılığa çok nadir rastlanır, bunun en önemli nedeni Osmanlının çok uluslu bir imparatorluğa sahip olmasıdır fakat bununla birlikte Türkiye maalesef ki A... Devamını Gör İşinize gelene tamam, gelmeyene haram! Günümüzde bir çok kişi din adamlığına soyunmuş gibi. Kimse kimsenin ne yaptığını da sorgulamıyor ayrıca. Bu din adamları üç kuruş aklıyla insanları kandırmakta o kadar ustalardır ki aklınız hayaliniz şaşar. O din adamını dinleyende sözde din adamından da pek farklı değildir aslında...Adamın biri çıkar "Bir erkeğin üç kadın alması helaldir!" der ama bunun nedenini açıklamaz. Çünkü işine gelmez... Devamını Gör Bazı şeyler çocukluktan gelir, engelleyin! Çocuklukta yaşanmış bazı travmalar ileri yaşlarda bazı kötü olaylara yol açabilir. Bu olaylar küçük de olabilir büyük de. Bunu önlemek bizim elimizdedir belki de bilemeyiz, yapmamız gereken şey aslında basit, çocuklara çocuk olduğunu hissettirmek.... Devamını Gör DİZİLERİMİZ Birazda kadınlarımızın nasıl hor görüldüğünü anlatan dizilerimizden bahsedelim...Bilmem kaç milyon dizimiz var ama hangisinde güçlü, dik duran, hayatta birçok alanda başarısı olan bir kadın karakterimiz var?Çok az, çok çok az, hatta belki de her evde muhakkak bir televizyon bulunmakta; genci, yaşlısı, çocuğu demeden herkes her akşam önünde oturuyor ve kimse... Devamını Gör Yaşayan Efsane Bugün yaşayan bir efsaneyi Ümit. 60 yaşında olan usta yazar ve gazeteci Gaziantepli ve 7 çocuklu bir ailede büyümüştür, yazar kimliğini annesinden aldığını söyleyen usta yazar genellikle polisiye konularını ele alan yazarımız aynı zamanda dünya çapınca binlerce okuyucusu olan bir çok yazarın üzerinde incelemeler Ahmet Ümit neden bu ... Devamını Gör Save Ralph Günlerdir sosyal medyada dönüp duran bir videodan bahsedeceğim. Bilmeyeniniz yoktur her halde. Save deney tavşanının üzerinden gidilen bu kısa filmde kozmetik markalarının onları nasıl işkencelere maruz kaldığını, hayvanlara ne denli zarar verildiğini anlatan bir beğendiği ve kendi hesaplarında paylaştığı bu kısa filmde istenilen dikkat çekildi evet ama sad... Devamını Gör Kitaba Değer Ver! KDV Burada aslında size kitap okumanın ne kadar güzel, eğlenceli ve insanı geliştiren bir aktivite olduğunu uzun uzun anlatmak isterdim,lakin belki aranızda okumayı sevmeyenleriniz "Kitaba Değer Ver!" derken aslında manevi bir değerden bahsetsem de günümüz insanları ve şartları maalesef ki yanlış anlayarak maddi bir değer veriyorlar.&nbs... Devamını Gör KADIN Bugünlerde söylemekten utandığımız, çekindiğimiz bir kelimenin bir kelimenin köklerinden başlayalım. "Kadın!"Peki, Türkçede kadın sözcüğünün tarihsel izlerini sürdüğümüzde nereye varıyoruz? "Katun" sözcüğüne! Bu sözcüğün tarihî değişimi bize iki farklı sözcüğü miras bırakmış durumda "Kadın" ve "Hatun".Kadın Soğdça’dan gelir ... Devamını Gör Yaz gelsin şu geniş dünyaya O büyük halk ozanı Aşık Veysel... Herkesin dilindedir türküleri de kimse bilmez. "Eğer benim ile gitmek dilersen Ağlen güzel yaz gelsin de gidelim...""Şu geniş dünyaya sığmayan gönülŞimdi bir odaya kapandı kaldı..." Ne de güzel demiş gönüllerin ozanı. Çok acılar ... Devamını Gör KALDIRIMDAKİ ÇOCUK Beni... Görüyor musun?Ben; o soğuk kaldırıma bir çöp gibi fırlatılan, ölmek için Allah’a yalvaran beş yaşındaki çocuğum.... Devamını Gör Haykırış Kaç zaman olmuş ağlamayalı,Unutmuşum şaşkın,Ne yana akacaklarını kestirememenin tedirginliğiyle gezinirken yanaklarımda,sen; "Ağla, içinden geldiği gibi. Rahat bırak kendini!" desteğin bu, kaçıncı değer hissiyatın bana karşı ve benim kaçıncı yüz çevirişim sana?Çok fazla her şey. Yaptıklarına karş... Devamını Gör Alıştırıldık Alıştırdılar Alıştırıldık, alıştırdılar! Neye mi? Öncelikle susmaya, gördüklerimizi umursamamaya, duyduklarımızı algılamamaya alıştırdılar. Diğer türlüsü işimize gelmedi çünkü. "Bana dokunmayan yılan bin yaşasındı!"Dışarda kimin kime ne yaptığı umurumuzda olmadı hiç, bir adamın bir kadını öldürmesi hayatımızın en olağan olayları oldu. "... Devamını Gör Sokrates Savunuyor Her insanın dine bakış açısı farklıdır. Herkes bildiği ve inandığı değerler üzerinden dine yaklaşır. "En güzel yoktur, herkesin en güzeli vardır". Ölümden sonra hayatın var olduğu ve ruhun başka bedende hayat bulması düşüncesini savunurken... Devamını Gör
ipek yolu için yapılan savaşlar