trlHRI5. Six Feet Under'la ilk tanışmam, birkaç ay önce, Umut sayesinde oldu. Benim ne tür dizilerden hoşlandığımı bilen Umut, bu diziye bayılacağıma yemin ediyordu, ama ben aksiyon, macera, bilim kurgu, fantastik, gizem, şu bu olmayan -kısaca sadece dram türüne giren, sadece ilişkiler üstüne olan- dizileri hiçbir şekilde çekemeyeceğimi, zaten o tür dizilerin bana hitap etmediğini, istesem de kendimi kaptırıp izleyemeyeceğimi falan söylüyor, çok isteksiz davranıyordum. Bir şekilde birkaç bölümlük deneme yapmaya ikna oldum, geçtik ilk bölümün başına. Geçiş o geçiş, ciddi anlamda bağımlısı oldum Six Feet Under'ın. Her bölümü 50 küsur dakikadan, her sezonu da 12 küsur bölümden oluşan toplam 5 sezonluk dizi hayatımızın net 60 saatini götürerek birkaç ayda bitti, son birkaç bölümde hiç bitmeyen bir ağlama krizine girince ki ne filmler diziler beni kolay ağlatır, ne de gerçek hayatta sulugözümdür, valla, Umut'un da yanıbaşımdan -ikinci kez izlediği halde- burnunu çekip durmasını, titreyen sesini falan fark edince, üzerimizde böyle bir etki bırakabilen bir dizi hakkında yazmak gerektiğine karar verdim, çoktan bitip gitmiş bir dizi de olsa o. Ama ofori'nin verdiği gaz olmasaydı, aylarca erteleyebilirdim bu yazıyı. Önce Six Feet Under'ı bilmeyen izleyici için iyice bir reklamını yapacağım dizinin. Sonra ortalarda yazı diziyi bilenlere hitap eder bir şekle dönüşecek, ama spoiler vermeden önce gerekli uyarıyı yapacağım !. Bir de bu yazıda kullandığım görseller, karakterlerimizden Claire Fisher'ın dizi boyunca yaptığı çalışmalardan oluşuyor. Genelde Six Feet Under'ın karakterlerinden oluşan fotoğraflar kullanmaya özen gösterdim ama bazıları da tabutun içindeki adam, kanlı lavabo vs. eleyemeyeceğim kadar 2001-2005 yılları arasında sürüyle Altın Küre ve Emmy ödülü kazanan Six Feet Under, American Beauty'nin yazarı ve sanırım şimdilerde True Blood'ın yapımcısı Alan Ball tarafından yaratılmış. Dizinin merkezindeki Fisher ailesi cenaze işleri yapıyor ölüleri yıkamaktan kanlarını boşaltmaya, makyajlarını yapmaktan tabuta yerleştirmeye, cenaze törenini düzenlemekten onları gömmeye/yakmaya kadar ve bir baba, bir anne, iki oğul, bir de kızdan oluşuyor. Ölümle ilgili bir dizi bu, her bölümde birisi ölüyor, komediye ne kadar yakın durduğu anlar olsa da, sizi ne kadar güldürse de, aslında her şey ölüm üzerine. Nitekim daha ilk bölümden babayı öldürerek bu konuda yanlış fikirlere kapılmanızı önlüyor senaristler. Dizinin sonlarında, karakterlerin biriktirdiği deneyimler bizi bir dizi yıkıcı olaya götürdüğünde ve son görüntüler bizi zamanın dışına çıkardığında anlıyoruz ki yani bu yaşımıza kadar anlamadıysak tabii her şey biter, bilincimiz de bir gün şıp diye kapanıp gidiverecek, ama önce yaşamamız Feet Under, 2000'li yıllardaki orta sınıfın gündelik yaşamında bir anlam arayışını irdeliyor beş sezon boyunca. Bunu, ve karakter çalışmasını olağanüstü bir başarı göstererek yapıyor. Tüm karakterler bir anlam, hayatlarına bir amaç katacak bir yol arıyor. Herhangi bir şeye inanmanın zor olduğu günümüz dünyasında, uzaklıkların ve mesafenin başrolde olduğu bu yüzyılda Six Feet Under karakterlerini gerçek benlikleriyle yüzleşmeye zorluyor. Mükemmel karakterizasyon ve müthiş başarılı performanslar, televizyon tarihinin en inanılır, en gerçekçi, en insana yakın karakterlerini ailesi bir cenaze evinde, birarada yaşıyor, ama birbirlerinden çok uzaklar. En büyük oğul, Nate Peter Krause, sadece bir bayram için şükran günü ya da yılbaşıydı galiba geliyor dizinin başında, Seattle'da yaşıyor aslında. Fakat babası ölünce ve cenaze şirketi kardeşi David'le kendisine kalınca, Los Angeles'da, Fisher'larla kalmaya karar veriyor. Ona artık yabancı gelen bu evde, ona yabancılaşmış "aile"siyle yeni baştan iletişim kurmayı öğreniyor. Nate'in bir küçüğü David -ki Dexter'dan tanıdığımız Micheal C. Hall var bu rolde, tıpkı Dexter'daki gibi olağanüstü bir performans sergiliyor-, her Pazar kiliseye giden bir gay. Eşcinselliğini etrafındakilerden saklıyor, yüzleşmesi gereken bir sürü sorun var kendi içinde. En küçük çocuk Claire Lauren Ambrose, liseye giden artsy bir kız, kendini bulma derdinde, dış dünyaya fazlasıyla karamsar, şüpheci ve alaycı bakıyor, yasalarla başı da azıcık dertte. Buradaki rolüyle TV tarihinin en iyi oyunculuklarından birini sergileyen Frances Conroy'un canlandırdığı Ruth, kocası olmadan bir yaşama ayak uydurmaya, 40 sene sonra yeni baştan bekar olmayı ve hayatta tek başına durmayı öğrenmeye, bu arada da çocuklarını az buçuk tanımaya çalışıyor. Bir de daha ilk bölümden ölüp giden baba var ki o da sürekli aile bireylerine hayalet şeklinde görünerek, Richard Jenkins'in leziz oyunculuğuyla diziye tat katıyor. Kast sadece Fisher'lardan oluşmuyor Nate'in kız arkadaşı olarak diziye başlayan, sonra da bir şekilde sonuna kadar dizide kalan Brenda Rachel Griffiths, David'in erkek arkadaşı olarak başlayan, sonra yine o ya da bu şekilde ! dizide kalan Keith Mathew St. Patrick, Fisher'ların yanında çalışan Rico Freddy Rodríguez da ana karakterler arasında. Sürekli gelip giden, genelde meşhur oyuncuların canlandırdığı şahane yan karakterler de var; Brenda'nın erkek kardeşi ve annesi ki ne muhteşem bir ikilidir onlar! TV dizilerinde, içlerinde oldukları her sahneyi ilginç hale getiren karakterler vardır genelde, baş karakterler de olmaz bu hiçbir zaman; Buffy'deki Spike gibi. Six Feet'te o karakter Billy Chenowitz'di bana kalırsa. Herkesi diken üstünde tutarak, son derece garip etkileşimlere neden oluyordu her zaman, Ruth'un erkek arkadaşları ve kız kardeşi, vd. Beş sezon boyunca bu karakterlerin nasıl büyüdüğünü, değiştiğini, birbirini tanıdığını ve yaşamlarında nasıl umutsuzca bir anlam aradığını Feet Under kablolu bir kanalın dizisi olduğu için pek sansüre uğramıyor, bolca küfre ve çıplaklığa rastlamak mümkün, bunlar da diziyi tam olması gerektiği gibi yapıyor, gerçek yaşamlara biraz daha yaklaştırıyor. Acı ve ölümü göstermekten utanmıyor ama bunu bir kara mizahla yapıyor, zekâ yoksunu değil hiçbir sahne, diyalog, karakter vb. Hepsinden önemlisi karakterler o kadar gerçekçi ki, genelde TV dizilerinde karşılaştığımız tek boyutlu, derinleştirilememiş, çelişkilerle dolu, tutarsız ya da fazlasıyla heroic karakterler Six Feet Under'ınkilerinin yanında büzülüp yok değinmemek olmaz, Six Feet Under'ı mükemmel yapan etkenlerden biri de soundtrack'i çünkü. American Beauty, WALL-E gibi filmlerin müziklerinin bestecisi Thomas Newman yapmış jenerik müziğini. Ayrıca kullanılan -hali hazırda var olan- şarkılar da "yeme de yanında yat"lık Harvey, The Dandy Warhols, Coldplay, Sia, Radiohead, Interpol ve Arcade Fire ilk anda akla hisse Bu diziyi izleyin. Belki biraz içiniz kararır ve yüreğinize bir ölüm korkusu gelip yerleşir ama, hayat bu, ölümün er ya da geç sizin de başınıza geleceğini şimdiye dek idrak etmiş olmanız gerekirdi. Etmediyseniz bile Six Feet Under'a bırakın bu işi, aslında kimsenin üzerine almak istemeyeceği, sevimsiz, ama uzun vadede gerekli bir görevi hiç gocunmadan üstlenecek Siz dahil etrafınızdaki herkesin öleceğini size bundan sonraki kısmını, Six Feet Under'ı izlemeyip de izlemeyi düşünenler, ya da şu an izlemekte olup da son bölüme gelmemiş olanlar okumasın. Son uyarı! Ciddi spoiler vermeye, son bölümlerden bahsetmeye, gereksiz karakter analizlerine girişmeye falan hazırlanıyorum, haberiniz ola. Hâlâ bir şansınız var! Tarayıcıyı kapatın, Six Feet Under'ı izleyin. Hadi ÖNCE SON ÇIKIŞ! DİZİYİ TAMAMLAMADIYSANIZ BUNDAN SONRASINI OKUMAYIN!Nate, benim zaman zaman da olsa sempati duyamadığım tek karakter. Her Six Feet Under karakterine, tıpkı gerçek hayattaki insanlar gibi dönem dönem sinir oluyor, dönem dönem yakınlık duyuyorsunuz, hiçbiri tamamen kötücül olmadığı gibi, hiçbiri iyilik meleği de değil. Bu, benim için, Nate dışındaki tüm karakterlerde geçerli oldu. Nate çok korkunç bir adam olduğundan ya da aktör iyi oynayamadığından değil, tam tersine, Nate son derece derinlikli ve gerçek hayattan fırlamış gibi duran bir karakterdi, Krause de gayet başarılı bir oyunculuk sergiliyordu. Belki sadece Krause'nin favorileri, boş bakan gözleri, ya da sürekli üstsüz dolaşarak ayıyavrusuvari kıllarını, beyaz tenini ve yağlarını bize göstermesidir bir türlü Nate'i sevemememin tek nedeni. Bunun ne kadar absürd ve mantıksız bir sebep olduğunun farkındayım, ama bazen anlamsız bir neden belirliyor işte her girmişken onunla devam edeyim öyleyse Nate, hiçbir zaman Brenda'dan umudu kesmedi. İlk seferinde işleri batıran Brenda'ydı, ama Nate'in Lisa'yla evli kaldığı tüm o zaman boyunca Brenda bir köşede bekliyordu onu Nate'e göre. Lisa'yı bırakmaya niyetlenmiş miydi bilinmez, ama bu düşünce Brenda'nın orda onu beklediği Nate'e güç veriyordu, bu kesin. Son sezonda, Brenda'yla evlendiler ve her şey -birkaç aylığına da olsa- iyi gitti. Bu seferki sorun, Nate'in onu mutlu etmesi gereken her şeye sahip olmasına rağmen hâlâ bir boşluk hissetmesiydi. Brenda, ta en başlarda Nate'i kendisine çeken şu vahşi ruhunun büyük kısmını kaybetmişti ve Nate artık, Brenda'nın bir zamanlar dünyaya karşı takındığı alaycı tavrı yerine, sakin sessiz Maggie'nin "ruhaniyet"inden hoşlanıyordu. Bir zamanlar Brenda neyse Maggie ona dönüşmüştü, Nate'in hayatına bir anlam kazandırabilecek, tüm yaralarını sarabilecek mucizevi ilaç. Nate her daim arayışta olan, her zaman daha fazlasını isteyen, ve bana kalırsa hiçbir zaman tek kadınla yetinemeyecek bir karakterdi. Asla mutlu olamayacak, her zaman daha fazlasını ölmeseydi, Maggie'yle mutlu olur muydu? Büyük ihtimal olmazdı, Maggie'nin bastırdığı, gizlediği karanlık tarafı er ya da geç su yüzüne çıkıp huzuru bozacaktı, Nate de direkt "daha iyi"nin arayışına çıkacaktı. Ama Maggie'nin telefonda Ruth'a söylediği gibi, o anda "My arm is numb... Numb arm... Narm!.. Narm!" mutluydu Nate son anlarda. Maggie'yle yatarken bunu hamile karısını aldatmak gibi değil, iki ruhun huzurla birleşmesi olarak görüyordu. Buna rağmen, Maggie'yle yatması, sorunlarından kaçışına bir başka örnek olarak görülebilir rahatlıkla. Brenda Quaker'ları ne kadar küçümsese de, bunun Nate için önemini gördükten sonra fedakarlıkta bulunmaya, o aptal ayine katılmaya hazırdı. Oysa benzer bir fedakarlığı Nate Brenda için yapmaktan acizdi, tamamen kendi bencil dürtülerine göre hareket etti, hiçbir zaman elindekinden memnun olmadı ve her zaman başka bir hayatın peşinden nüksetme anı çok ilginç bence. İki buçuk yıldır hiçbir sorunla karşılaşmamışken, tam da zina yaptığı ! zaman beyin kanaması geçirmesi, sanki yaptığı şeyden dolayı cezalandırılıyormuş gibi görünmesine neden kuşlarla ilgili bir belgesel izleyen Nate ve David'in ortak rüyasıyla başlayan, Nate'in ölümüyle biten sahne, Six Feet Under'ın 5 sezonluk tarihinin en etkileyici sahnesi benim için. Kara, şu an sürdükleri yaşamken, deniz "köpekbalıklarının olabileceği" büyük bilinmeyeni, yani ölümü sembolize ediyor bence. Nate gerçekliğe dönemiyor ve tüm yaşamları boyunca bekledikleri şeye doğru ilerliyor. Elbette ölüyor olmaktan memnun değil, ama bilinçli bir şekilde acıya tutunmamayı seçiyor bence, huzurlu o bu kadar karakter varken ve açıkçası bir David, Ruth ya da Brenda bana çok daha ilgi çekici -ve sevilesi- karakterler gibi gelirken oturdum Nate'i masaya yatırdım, neden özellikle son sezonun son bölümlerine takıldım kaldım bilmiyorum. Aslında gayet açık, o bölümleri yeni izledim, hâlâ Nate'in ölümünün ve ölüm şeklinin etkisi altındayım. Claire'in arabasına atladığı son sahnede dikiz aynasından birkaç saniyeliğine görünen koşan Nate'in de beni fena halde etkilediğini yazayım da tam olsun, böyle de duygusallaştırır sizi bu dizi -en gıcık olduğunuz karakterler için oturup gözyaşı dökersiniz. Ya da ben dökerim. Öhöm. Neyse devam bu onu diğer insanlardan koparıp çoğunluğa yabancılaştırsa da, mainstream'den uzak kalmak için sürekli çabalayan ve bazı durumlarda sırf başka olabilmek adına kendi dürtülerini bastıran bir karakter olageldi hep. Yine de ilk sezonlarda hayatını belirleyen sinizmi üzerinden çıkarıp atıyor yavaş yavaş. Son bölümlerde önce etrafındaki herkesi küçümserken kendini bütün gün evde oturup tek başına TV izler bulduğunda sıkıcı ve aptalca da olsa bir şey yapmanın hiçbir şey yapmamaktan daha iyi olduğunun farkına varışını, sanat dünyasının şişirilmiş, içi boş baloncuğundan çıkıp "sıradan insanlar"ın arasına karışmasını gördük. Yüksek standartlar sizi hiçbir yere götürmüyorsa o standartları biraz düşürebilirsiniz, hatta bolca düşürebilirsiniz, dünyanın sonu gelmez bunu yaparsanız gibi hoş, şirin bir mesaj çıkardım ben ki böyle bir mesaja TV'de rastlamak çok güç, özellikle bize sürekli Ivy League öğrencilerini ve kusursuz hayatlarını gösteren Amerikan bölümden ve tabii ki son 5 dakikasından bahsetmeden bir Six Feet Under yazısı yazılmaz, o zaman bahsedelim beyazın hakim olduğu tuhaf çekim tekniği hoşuma gitti. Sia'nın Breathe'i cuk oturmuştu, üstelik tüm bu ölüm sahnelerinin Claire'in araba sürüşüne entegre edilmiş olması, hele en sondaki 102 yaşındaki Claire'in katarakt inmiş gözlerinden 22 yaşındaki Claire'in gözlerine yakın plan geçiş mükemmeldi. Yaşlandırma makyajlarının bir kısmı tam olarak ikna edici sayılmazdı, ama bunu görmezden gelebiliriz sanki. Keith'in ölümü en şok edici ve pisi pisine ölümlerden biriydi, ama trajedi de değildi, ne de olsa genç sayılmazdı ve anladığımız kadarıyla oldukça başarılı bir iş kurmuştu. Ruth'un ölümünde George'un yanında olması bize duygusal açıdan Ruth'un mutlu gittiğini göstermesi açısından pek şık olmuş. Brenda yeni birisiyle evleniyordu HBO'nun sitesine göre yeni kocasının soyadı Nathanson, şaka gibi, hatun kurtulamıyor bu isimden ama en sonunda yanında tabii ki Billy vardı ve Billy'nin, bır bır Brenda'nın başının etini yiyerek kadıncağızı öldürdüğünü söyleyebiliriz bence Ted, avukatlıktan cumhuriyetçiliğe yüzlerce itici şeyi temsil ediyor olsa da kabul etmek lazım ki Claire'e çok iyi geliyordu ve en sonunda Claire'le birlikte olması bir hayli 'mutlu son' gibi geldi bana. Nitekim bu 2025 yılına kadar olmadığına göre, Claire'in 22-42 yaşları arasında gönlünce yaşadığını, Ruth'un özgürlük hayalinin dibine vurduğunu varsayıp Feet'in finali, özellikle son dakikaları harikaydı, aklınızda hiçbir soru, hiçbir yarım kalmışlık hissi bırakmayan türdendi. Kendi adıma çok az dizinin finali için "hah tam olması gerektiği gibi olmuş," diyebiliyorum, Six Feet bunlardan biri. Tek bir soru Maggie'ye n'oldu? Niçin son sahnesinde doktordaydı? Nate tüm dünyaya minik Nate'cikler mi bıraktı yani ölmeden? Bir de Brenda ve Billy ve şu sonlardaki rüya sahnesi üzerine yazmak lazım, ama apayrı bir yazı olur artık kısa...- Alan Ball, kız kardeşi öldükten sonra Six Feet Under'ı yazmaya karar İlk bölüm yayınlandıktan sonraki 1 hafta içinde, HBO diziyi ikinci sezona uzatma kararı Frances Conroy Ruth, dizide Peter Krause'nin Nate annesini canlandırıyor, oysa aralarında sadece 12 yaş fark Misery'deki rolüyle Oscar alan Kathy Bates, birinci sezonda iki bölüm yönetmiş, üçüncü sezondan itibaren de Ruth'un arkadaşı Bettina rolüyle kalıcı konuk oyunculardan Peter Krause Nate, rolün verdiği politik ve insan hakları mesajları ona etkileyici geldiği için başta David rolü için seçmelere katılmış. Ama dizinin yaratıcısı Alan Ball, Nate Fisher rolünü oynayacak adamı bir türlü bulamıyormuş, Krause'nin oyunculuğu ve Rachel Griffiths Brenda ile arasındaki kimya da hoşuna gidince, Krause'ye Nate rolünü vermiş. İyi de olmuş, David'i Michael C. Hall'dan daha iyi oynayabilecek adam var mıdır?- David, tiyatro kökenli Michael C. Hall'un ilk televizyon işi. Kamera karşısındaki ilk sahnesi de, ilk bölümde David'in babasının cesedini almak için morga gittiği Brenda karakteri için Juliette Lewis seçmelere katılmış ama rolü alamamış. Avustralyalı Rachel Griffiths ki tip olarak Lewis'e bir hayli benziyor sanki senaryoyu okumuş ve Brenda'yı canlandırmayı çok isteyeceğini ima etmiş yapımcılara. Yapımcıların tek endişesi, Griffiths'in inandırıcı bir Amerikan aksanı yapıp yapamayacağıymış. Griffiths daha rolün okumalarını yapmadan, yapımcılarla ilk buluşmasında kusursuz bir Amerikan aksanıyla konuşmaya başlamışmış bile. Böylece rolü kapmış. Yayın Tarihi 3 Haziran 2001 Süre 60dk Sezon 5 Six Feet Under Dizi Konusu Six Feet Under HBO tarafından yapılmış bir televizyon dizisidir. Türkiye`de CNBC-e tarafından yayınlanmaktadır. Dizinin 63. ve son bölümünün yayın tarihi 1 Temmuz 2007'dir. American Beauty’nin senaristi Alan Ball’ın senaryosunu yazdığı dizi, bir cenaze evi işleten ve bu evde yaşayan Fisher ailesinin yaşantılarına dair bir kara mizahtır. 2003 yılında En İyi Drama Dizisi dalında Altın Küre ödülü alan yapım, 2005 yılında 5. sezonuyla ekranlara veda Altın Küre'de iki ayrı dalda aday gösterilip Frances Conroy ile Televizyon dizilerinde en iyi kadın oyuncu ödülünü almıştır. Aynı yıl Screen Actors Guild Awards'da Conroy ve tüm casting ekibi ile iki ödül almıştır. 32 kez Emmy adaylığı alıp 7'sini, 8 Golden Globe adaylığından 3'ünü kazanmıştır. Devamını Oku Six Feet Under Dizisi Oyuncuları » Yapımcı Alan Ball , Lori Jo Nemhauser , Alan Poul Favori 68 kullanıcının favori dizisi Diziyi İzleyenler 63 kullanıcı Six Feet Under dizisini izledi Diziyi Ekleyen earwen Bu dizileri de beğenebilirsiniz FISHER AİLESİNİN YAŞAMASI İÇİN BİRİLERİNİN ÖLMESİ GEREKİYOR. AMERICAN BEAUTY'NİN YARATICISINDAN BENZERSİZ BİR DİZİ. Six Feet Under, Los Angeles'taki Fisher & Diaz Cenaze Evi'nin sahibi ve işletmecisi bir ailenin yaşamı. Geçimlerini 'başkalarının ölümlerinden' kazanan bir ailenin' Aile şirketinin kurucusu ve evin reisi Nathaniel Fisher artık yaşamıyor; aile bireylerinin kalplerinde ve düşlerinde ise tahmin edemeyeceğiniz kadar 'capacanlı'. Kim Kimdir?Nate Fisher Peter Krause Fisher Kardeşler'in en büyüğü. Babasının trajik ölümüne kadar Seattle'da yaşıyordu. Fisher & Sons Cenaze Evi'nin yarısı ona miras kaldığında aklına ilk gelen, payını babasının rakibine satmak oldu. Kardeşi David ile konuştuktan sonra şirketin yoluna devam etmesine karar Fisher Michael C. HallFisher Kardeşler'in ortancası. 20 yaşından bu yana aile işinin ayrılmaz bir parçası. Nate'in şirketi satma önerisine başta sıcak baksa da Nate vazgeçip 'devam kararı alınca' düşlerini yok sayıp aile şirketi için çalışmaya ikna oldu. Claire Fisher Lauren AmbroseFisher Kardeşler'in en küçüğü. Büyüdüğü ev her zaman doluydu; ölmüş ya da yas tutmakta olan insanlarla'Ruth Fisher Frances ConroyRuth, Fisherlar'ın, hayatını insanlarla ilgilenerek, onlar için bir şeyler yapmaya çalışarak geçiren Fisher Richard JenkinsFisher Ailesi'nin reisi. Cenaze arabasıyla yaptığı bir kazada öldü. Sık sık dalga geçmek için bir hayalet olarak ailesine görünüyor ve onlara birçok zaman ilham veriyor. dizi hakkında bir şeyler yazmazsam bunun ileride pişmanlık verici olabileceğini zannediyorum, çünkü bazı şeyler söze dökülmeyi hak ediyor. söze dökerek, açımlamaya, analiz etmeye çalışarak neyi sabitlemeye çalışıyoruz, bilmiyorum. belki de sadece borç ödüyoruz, vefa gösteriyoruz. kendimi şu anda fisher & diaz cenaze evinin tören salonundaki kürsü başında, altı ayak derine gömdüğüm bir dostumun ardından konuşma yapmaya hazırlanıyormuş gibi hissediyorum. hala ne diyeceğimi bilmiyorum. kategorize etmek en kolayıvaroluşsal boyut ölüm dizinin baş kahramanı. cenaze evini işletmekte olan aile, aynı zamanda burada ikamet de etmekte. bir başka deyişle, karakterlerin yaşam alanı ile çalıştıkları mekan aynı mekan. fisher ailesine mensup karakterlerin her biri, ister bu işi meslek olarak icra ediyor, isterlerse de sadece evde yaşıyor olsunlar, ölümü gündelik yaşantılarının bir parçası olarak hazmetmiş olduklarını her daim hissettiriyorlar. ölümü bir anlamda ve bir yere kadar da olsa kanıksamış olmalarının kendilerine kattığı tuhaf hava, özellikle aile dışı bireylerle yan yana geldikleri anlarda olarak "sonuçta ben bir cenaze evinde büyüdüm" hatırlatması yapan claire fisher, yaşıtlarına göre müthiş sarkastik bir portre çiziyor. duygu ve içtenlik ifadesi içeren her jest ve mimik karşısında ağzını yüzünü buruşturması, küçümser bir tavır takınması her ne kadar ergenlere özgü davranışlar olarak nitelenebilir gibi görünse de, claire'i özel kılan ve asla dile getirilemeyen bir özellik zihnimizi kaşındırıp durmayı hiç bırakmıyor. ölümle tanışık bir çocuğun ergenlik alaycılığı, normal bir ergeninkinden çok daha yakıcı olabilirmiş gibi görünüyor. nate karakteri, zaman zaman şımarıklığa varan bir öfke ve insanı çileden çıkaran bir bencillik sergilese de, sonuçta soğukkanlılığını korumayı, geri adım atmayı ve tartışmayı, müzakere etmeyi biliyor. anlık patlamalarının gemileri yakmakla sonuçlanmasına asla izin vermiyor ve sonuçta yapıcı olmayı başarabiliyor. yapıcı olmak konusundaki bu başarısı, sonuçta yıkıma tabii olduğumuzun bilincine daha dipten derinden varmış olduğunu episodun başında, yaşam hikayesini bilmediğimiz, diziyle alakası olmayan bir bireyin ölümüne tanıklık ediyoruz. insanları ölürken, en güçsüz anlarında görmenin, episodun kalanını, olaylara dahil olan karakterlerin sonluluk ve güçsüzlüklerine odaklanarak izlemek yönünde esin verici bir etkisi olabiliyor. kazayla sonuçlanan ölüm vakalarının çoğu "oha!" diye bağırmamıza yol açacak bir absürdlük barındırıyor ve ölümün her an yanıbaşımızda olduğunu hatırlamamıza vesile Claire fark edileceği üzre bu dizi edebi bir dizi. edebi olmasının anlamı, olayları birbirine örgüleyen yatay bir akış dinamiğine değil de, karakterleri derinleştirmeye yönelen dikey bir hareket hattına bel bağlamayı yeğlemiş olmasında yatıyor. peki karakterlerin daha derinleştirilmeye, işlenmeye ve üç boyutlu hale getirilmeye çalışılmasının anlamı tam olarak ne? bu nasıl başarılıyor? bunu analiz etmek için kullanılması gereken anahtar sözcük süreklilik. peki nasıl bir sürekliik bu süreklilik? bir yandan, karakterlerin her bir anını bir diğerine bağlayan ve onları bir bütün tamamlanmamış bir bütün, bir birey olarak anlamamızı sağlayan bir süreklilik. diğer yandan ise, hiçbir karakterin yalıtılarak bir kenara atılamayacağını idrak etmemizi sağlayan, her bir karakteri diğerlerine öyle ya da böyle ilikleyebilmemizi sağlayan bir süreklilik. bu tip bir süreklilik diziye derinlik katıyor, zira karakterleri kendi kendileri ve diğerleri ile kurdukları ilişkilerin birer sonucu olarak resmetme başarısının yakalanmasını sağlıyor. karakterler, lost, heroes, vs. gibi dizilerde oldukları gibi, olayların başından sonuna aynı kalan, tözsel birer birim olarak ortaya konmuyor. 1. sezonun sonlarından 3. sezonun başlarına ve buradan da dizinin sonuna kadar keith karakterinin geçirdiği değişimler, ona sempati-antipati-sempati duymamızı sağlayan bir sinüs eğrisi çiziyor. ve bu öyle bir yapılıyor ki, hiçbir noktada şunu soramıyoruz "ulan bi anda ne oldu da bu adam bu denli boktan bir adama dönüştü?" kapitalizm adı önceleri "fisher & sons" olan, sonraları rico'nun ortak olması ile "fisher & diaz"a dönüşen şirket sonuçta bir aile şirketi. bağımsız çalışan diğer küçük aile şirketleri gibi, piyasayı tekeline almaya çalışan kroner tarafından satın alınmaya çalışılıyor. nate ve dave'in bu konuda gösterdikleri direnç, kroner yetkililerinin zaman zaman şaşırmasına, zaman zaman ise bazı hilelere başvurmasına neden oluyor tabut satışı. dizinin genel tavrı, parasal değerin diğer tüm değerleri ikame etmeye çalıştığı bir düzene eleştirel yaklaşmak yönünde. son bölümde dave'in şirketi satmaktan vazgeçmesi ve keith ve çocuklar ile işine sahip çıkıp aile evine yerleşmeye karar vermesi işin duygusal bir yanı da olduğunu şiddetle vurgulayıp, gerçekliğin parasal değer diye nitelenen atomlardan müteşekkil olmadığının altını çiziyor ve bu anlamda da bir kapitalizm eleştirisi kılığına bürünüyor. aile şirketlerini temsil eden levazımatçıların barda yaptıkları toplantıda kroner'e en çok verip veriştiren levazımatçı, daha sonra aynı şirket tarafından satın alınıyor. satın alınmakla da kalmıyor, kroner uçağı ile bu insanların düzenledikleri partilere katılıyor, onlarla golf oynuyor ve şirketin ileri gelenleri tarafından evcilleştirilmiş bir fino muamelesi sfu muhtemelen eşcinsellik temasının bu denli öne çıkarıldığı tek televizyon dizisi. keith ve dave'in ilişkileri, bizi hakkında çok az şey bildiğimiz bu ilişki biçiminin ayrıntılarına taşıyor. eşcinsellik kalıtsal mı, öğreniliyor mu? onlar sadece sevişen ve seks yapan insanlar mı, yoksa birbirlerine duygusal bağlarla da bağlılar mı? ortaya konulan eşcinsellik portresi amerikan yaşamına ve kültürüne mi özgü, yoksa evrensel bir karakter mi arzediyor? cinsel tabular, heteroseksüel ilişkileri olduğu kadar eşcinsel ilişkileri de boyunduruğu altına alıyor mu? bunun gibi pek çok soru üzerinde düşünmek zorunda kalıyoruz. dizinin başlarında basitçe yanyana geldikleri durumlarda bile bir rahatsızlık yaşamamıza neden olan keith ve dave, dizinin sonunda birer ebeveyn haline geliyorlar ve bu artık tarafımızdan yadırganan bir şey olmaktan çıkmış oluyor. dizide öyle bir süreklilik var ki, elele tutuşmaları dahi rahatsızlık veren iki erkeğin ana babaya dönüşmesi bize çok normal geliyor; hatta bizi mutlu eşcinsel, gerek heteroseksüel çiftlerin ilişkilerinde aldatma teması ön plana çıkıyor. cinselliğin bir silah olarak kullanılması, bir intikam ve kendini onaylama aracı olarak algılanması mümkün olabiliyor. brenda nate'i, nate brenda'yı; brendanın annesi babasını, babası annesini; dave keith'i, keith dave'i aldatıyor. tüm bu aldatmalar sonuçta itirafla sonuçlanıyor ve bir şekilde affediliyor. bunun tek istisnası, her ne kadar en sonunda afla neticelense de rico'nun karısını aldatması. burada yaşanan zorluk, affedişin gecikmesi, aile denilen yapıya atfedilen kutsiyet ile sadakate verilen önemin derecesinin kültürel olduğunu düşünmemize neden oluyor, zira rico ve karısı latin kökenli. sanat claire fisher karakterinin fotoğraf çekmeye karar verip sanat akademisine başlaması ile birlikte sanat dünyasının iç yüzüne nüfuz etmemizi sağlayan bir pencere de açılmış oluyor. neyin sanat yapıtı, neyin çöp olduğu problemine odaklı postmodern sorgulamalar; sanatsal yaratıcılık üzerinde uyuşturucunun tetikleyici etkisi; özgürlük tanımı ve sanatsal üretkenlik; sanat yapıtının sahibinin kim olduğu, vs. gibi sorular, bu pencereden baktığımız sürece aklımızı meşgul edip duruyor. nate'in duvar kenarına işerken billy tarafından çekilmiş olan fotoğrafı bir sanat eseri mi? yapıtının sahibi olarak claire, kendi çektiği fotoğrafların ne anlatmaya çalıştıklarını biliyor mu? fotoğraf ve heykel yüzlerine yırtılıp yapıştırılan başka fotoğraf parçaları, yaratıcı bir kolaj tekniği olarak claire'e mi, russel'a mı, yoksa ikisine birden mi ait? bu sorular, 20. yy. sanat felsefesi ve eleştirisine temel teşkil eden paradigma açıcı sorunsallara göz kırpar gibi görünüyorlar ve diziye derinlik daha çok şey var. ama benden bu kadar. ben sonuçta kaybettiğim bir dostumun ardından bir veda konuşması yaptım. onun nasıl bir yaşam sürdüğünü öğrenmek isteyenlerin yapması gereken tek şey ölü bedeni dvd player denilen krematoryuma koyup alevleri seyretmek. karakterleri kendimizce bir analiz edelimnathaniel fisher dizinin en aşmış karakteri. henüz ilk bölümde ölen baba, 5 sezon boyunca aile eşrafını diyaloglarıyla alt ediyor. egolarına, içgüdülerine inebiliyor. 5 sezonu baba nathaniel fisher'ın kafasına ulaşmaya çalışarak geçiriyor dizi karakterleri. egosu, kibiri, kızgınlıkları, kıskançlıkları tamamen bertaraf edilmiş durumda; çünkü o bir ölü. yaşarken ailesine sunamadığı sevgi, şefkat ve yol göstericiliği; ailesinin de yardımıyla ölüyken sunuyor. claire ile ot çekiyor gerçekliğe iniyor, david ile ortak mecburiyetleri olan evlerinin bodrumunda beden hazırlıyor, isimlerinin bile aynı olmasının tesadüf olmadığı oğlu nate ile kanka oluyor. velhasıl baba fisher'ın sahneleri can samuel fisher jr bence onunla ilgili en güzel gözlemi george yapmış durumda. nate'in cenaze töreninde george, nate'in bir idealist olduğundan, daha iyi bir insan olmak için hayatını geçirdiğinden bahsetmişti. babasının ölümünden sonra sürekli birileri için yaşamak durumunda kalan nate, bu tempoya yer yer ayak uyduramıyor. bir yandan bunun doğru olmadığı fikri onu çok korkutuyor. keza finalde claire'ye bu korkusundan bahsediyor. "ya haklı değilsem, ya olduğum kişi değilsem diye korktum durdum, bak şimdi neredeyim" diyor küçük kardeşine ölü nate. "ya girdik bu yola ama, hadi bakalım hayrolsun" psikolojisinin ne kadar hastalıklı ve insanı içten içe kemiren bir psikoloji olduğunu anlatıyor bize sürekli nate, bölümden bölüme artan dış dünyadan kopma sezon boyunca nate, kimseyi yadırgamayan hayli insani yanıyla takdir topluyor. karakterlerin nate'e açılmaları, nate'den yardım istemeleri, nate'i çekici bulmaları alışılagelmiş bir durum oluyor fisher babanın ölümüyle başlayan psikolojik trafikte en hızlı değişim david'de oluyor. asosyalliğinden, utançlarından, ailesine olan mesafesinden hızla arınmaya başlıyor david. eşcinselliğini kabullenmeye başladığı andan itibaren üzerindeki gerginlik de azalmaya başlıyor. "garip mi bilmiyorum ama bu halini daha çok sevdim" diyor claire. herkes bu daha doğal halini daha çok seviyor. kırılganlığı, ürkekliği, şaşkınlığı ve saflığı her mimiğinden açığa çıkıyor david'in. gerçekten eşcinsel değilse inanılmaz bir oyuncu, gerçekten eşcinselse inanılmaz bir oyuncu. dizide nerede nasıl davranması gerektiğini en iyi analiz eden karakterlerin başında geliyor david. kendiyle ilgili olmayan olaylara yaklaşımındaki tutarlılık, zekasını ele fisher bu kadar muazzam karakterlerin içinden birini seçmem gerekseydi sanırım onu seçerdim. çünkü o kadar gerçeksin ki ergenliğini atlatıyoruz hep birlikte. ailesine karşı olan anlayışsızlığı kızdırıyor ama alttan alta esas hislerini sezebiliyoruz. her tespiti bir öncekinden daha yerinde oluyor claire'nin dizi boyunca. beklenmedik anlarda o kadar materyalist düşünebiliyor ki, kendine hayran bırakıyor. uzun süre tek deli gibi gözüktüğü evde, aslında tek normal olduğunu görebiliyoruz. normal olduğu için delilikle suçlanıyor okulunda, evinde, baba yadigarı cenaze arabasında. olayları hep dışarıdan izleyebiliyor claire. olayın öznesiyken bile dışarıda kalıp nedir ne değildir diye bakabiliyor. hiç bulaşmıyor, sadece gözlemliyor, ve çok doğru gözlemliyor. sonra neşterini vuruyor patolojik bölgeye. süper bir insan olmaya çalışmadan, süper bir insan oluyor. dünyanın en iyi dizisini de onun fotoğraflarıyla bitiriyoruz. zaten aslında bütün diziyi onun kadrajından izliyoruz. o da yaşanan her şeyi bizim gibi dışarıdan izliyor fisher menapozlu kadın psikolojisini araştıran birileri varsa, bu kadını ders diye okutmalı. 5 sezon boyunca kendisiyle çok şiddetli kavga ediyor bu anlık değişimler, müthiş bir oyunculukla; dünyanın en sinir bozucu, dünyanın en kontrolcü, dünyanın en bencil, dünyanın en normal, dünyanın en masum, dünyanın en tatlı, dünyanın en anne kadını oluyor bu kadın. bütün dizi boyunca ile birlikte bu yaşına kadar yapamadıklarını chenowith çocukluktan hasarlı olduğunu kabul ederek, onunla yaşamaya çalışan bir kadın. onunla yaşamaya çalışmanın dünyanın en zor işi olduğunu çok güzel kabul ettiriyor izleyiciye. zaten söylediği her şeyi, kendi yaptığı ve normalde anormal gelen her şeyi bir kaç cümlesiyle kabul ettirebiliyor. nate'e, bana, sana. doğduğu günden beri psikolojisi incelenen brenda, doğduğu günden beri psikolojileri inceliyor. ama bu gözlemlerini söylemek zorunda kalana kadar, kontrolünü kaybedene kadar paylaşmıyor kimseyle. çünkü bunun ne kadar zararlı bir alışkanlık olduğunu ailesinden tanıyor. "everything is timing, timing is everything" diyerek koyuyor çocuğu kol gibi. "eyvallah reis" federico diaz düzgün yaşamaya çalışan, yüzeysel bir adam. iyi niyetinden şüphe etmiyoruz, fütursuzca seviyoruz onu dizi boyunca. keith'den sonra en az hata yapan karakter diyebiliriz onun için. ölümüyle başlayan psikolojik değişimlere pek ortak olmuyor, fakat bu değişimler onun da vizyonunu kafi miktarda genişletiyor. "kafi" kelimesi onu en iyi tanımlıyor. karısı bu mütevaziliğinden kurtarmaya çalışıyor onu yer yer. normalde "çorbamı kovalayayım yeter" modunda bir adamken, kendi işini kurma isteği başarısına kadar sürüklüyor karısının bu ısrarı onu. billy chenowith 5 sezon boyunca çok değişik kafalar yaşamakta olan billy, finalde yine brenda'nın kafasını entelektüel bir boyutta sikerkene karşımıza çıkıyor, bizi yine gülümsetiyor. derindeki güzelliği görüp paylaşabilen bir adam billy. onun da zaafı kendisi, ablası gibi. keith charles dizideki en düzgün aşk-meşk ilişkisinin mimarı. güven veren, dürüst ve yardım etmeyi seven yapısıyla kadraja girdiği zaman rahatlatabilme yetisine sahip bu adam. güzel adam. Bu içerikler de ilginizi çekebilir

six feet under sezonluk dizi